Hikayemiz
Her şey, çatısı toprak düz olan evimizin üzerinden geçen bir oğul vızıltısıyla başladı.
Gökyüzünde kara bir bulut gibi süzülen o arı sürüsünün muhteşem uğultusu beni büyülemişti.
Bunu gören dedem, soba külünü tenekeye doldurup çatıya çıkmamı söyledi.
Kendimi ne ara orada buldum bilmiyorum… Külleri havaya savurmaya başladım; amacımız kraliçe arıyı yolundan çevirmekti.
Gerçekten de başarılı olduk; arılar bir ağacın dalına, kocaman bir top gibi toplandılar.
Tabii o kaçak “kızların” bir sahibi vardı: köyümüzün muhtarı Muharrem Amca.
Elinde bir kovan ve iki çıta ile geldi, arıları daldan silkeledi.
Hepsi kısa sürede o kovanın arısı oldu. Bana da, “Bir daha yakalarsan sana bir kovan arı vereceğim,” dedi.
İşte o gün, 15’li yaşlarda Emirdağ’da arıcılığa adım attım.
İki yıl içinde sekiz kovana ulaştım.
Fakat düğünüme bir gün kala arılarıma son kez bakmak istedim.
O gün inanılmaz bir saldırıya uğradım, çok sayıda arı iğnesine maruz kaldım ve hastanelik oldum.
Kızları köyde bırakıp 2009’da İzmir’e geldim.
2011’e kadar şehirdeki hayat bana dar geldi.
Gökyüzü bile görünmeyen bir apartman dairesinde, doğadan uzak yaşamak zordu.
Sonunda Kemalpaşa Kızılca Köyü’nde küçük bir arazi aldım.
Arılar yoktu ama toprak, doğa ve temiz hava vardı.
Yine de aklım hep “kızlarımdaydı.”
Bir gün bir arkadaşım bahçesindeki eski kovanları almamı önerdi.
Aldım, tamir ettim ve bahçenin girişine koydum.
Birkaç gün sonra tarlayı sürecek olan abi aradı:
“Giremiyorum tarlaya, arılar var!” dedi.
Gerçekten de bir oğul gelmişti.
O gün yeniden arıcılığa başladım.
2011’deki bu sevinç, oğlum Cemil Efe’nin doğumuyla taçlandı.
Bebekle ve arılarla ilgilenmek kolay değildi, ama onlar benim nefesimdi.
Saatlerce arıları izlemek tarifsiz bir huzurdu.
2013’te Halk Eğitim Merkezi’nin arıcılık kursuna katıldım.
Arıların yaşam döngüsünü, ürünlerini, yaradılış mucizelerini öğrendikçe onlara olan hayranlığım arttı.
Arılar artık benim için sadece bir kaçış değil, varoluşumun sebebi olmuştu.
Damlacık’ın Doğuşu
Kursu tamamladıktan sonra, arılara olan sevgim artık bir tutkuya dönüşmüştü.
Küçük bir hobi olarak başlayan bu yolculukta her yıl yeni kovanlar eklendi.
Bir kovanla başladığım bu serüven, kısa sürede ailemin de desteğiyle büyüdü.
Her mevsim, her oğulda, her yeni çiçekte yeniden doğar gibiydim.
Arıların düzeni, emeği ve sabrı bana ilham veriyordu.
Kendi ürettiğimiz balı, propolisi ve poleni sadece ailemizle değil, çevremizdeki insanlarla da paylaşmaya başladık.
Doğal, katkısız, güvenilir arı ürünlerinin değerini fark eden herkesin ilgisi arttıkça, üretimimizi daha bilinçli ve sürdürülebilir hale getirdik.
Zamanla sadece bal üretmekle kalmadık; arı ürünlerinin şifasını anlatmak için küçük etkinlikler, tadımlar ve eğitimler düzenlemeye başladık.
Her geçen yıl biraz daha büyüdük — ama hiçbir zaman doğallığımızdan, emeğimizden ve doğaya olan saygımızdan vazgeçmedik.
2014 yılında açtığım topluluk hesabı, hem arıcılarla hem de ürünlerin buluştuğu son tüketicilerle bir araya gelen bir topluluk haline geldi.
O zaman farkında olmasam da, bu aslında e-ticarete attığım ilk adımdı.
Bir kovanla başlayan hikaye, 10 kovandan 500 kovana uzanan bir başarıya dönüştü.
Her geçen gün büyüyen takipçi kitlesi, artan müşteri güveni ve yılların tecrübesi beni 2021 yılında kendi markamı kurmaya ve işletmemi açmaya yönlendirdi.
Bugün
Bugün, İzmir Kemalpaşa’nın doğasında, arılarımızla birlikte çalışmaya devam ediyoruz.
Her kavanoz balın, her damla propolisin arkasında; doğaya duyduğumuz sevgi, emeğimiz ve yılların birikimi var.
Damlacık Arı Çiftliği, sadece bir üretim yeri değil;
bir yaşam biçimi, bir doğa hikayesi ve gönülden bağlı büyük bir aile.
Bizim için arıcılık bir geçim değil, 🍯 bir gönül işi.
İzmir Kemalpaşa’nın bereketli topraklarında, arılarımızla birlikte tamamen doğal, katkısız ve güvenilir arı ürünleri üretiyoruz.
Her ürünümüz, doğaya saygının, emeğin ve arıların mucizesinin bir yansımasıdır.
Bizim için arıcılık yalnızca bir meslek değil — bir yaşam biçimi, bir sevda, bir gönül işidir.